İnternet sadece evlerde, iş yerlerinde ya da internet sunucusu sağlayan yerlerde değil. Artık sokaktaki hayat bile internete entegre hale geldi. Yüzyıllar boyunca "isyan etme", "direnme", "protesto etme", "tepki gösterme" ve "sesini duyurma" için kullanılan sokak duvarları bile internetten nasibini aldı. Hashtag (etiket) adı verilen "#" bu işaret artık günlük hayatta sadece ekranlarda yer almıyor. Bakkala ekmek almaya giden biri bile artık internet diline ait bu işaretle karşılaşabiliyor. Bu etiket altınla binlerce insan sosyal mecralarda bir araya geliyor. Birbirleriyle bir şekilde iletişim kurabiliyor. İşte onlardan biri: #şiirsokakta... Bu etiket sosyal ağlarda oldukça ilgi gören ve paylaşım yapılan bir etiket haline geldi. Ayda yaklaşık 10 bin paylaşım aldı. O örneklerden sadece bazıları...
Sokaktaki hareketler sadece sanata dair değil. Bunlar aynı zamanda siyasi propaganda aracı haline de geliyor. Sokak hareketi olarak ortaya çıkan "Çare Sarıgül" sloganı sosyal medyada da büyük yankı buldu:
Habercilik değişti. Artık sadece medya profesyonelleri haber üretmiyor. Sokaktaki vatandaş da haber üreticisi olabiliyor. Birçok "yurttaş haberci"sini bir araya getiren bir adres var: 140 journos. Oluşumun editörü Okrun Asa soruları yanıtladı:
Haberin içeriği kadar dolaşımının da önemli olduğunu söyleyen Bülent Mumay, sosyal medyanın haberi ve haberin dilini değiştirdiği için öneminin altını çiziyor
Hürriyet Dijital Yayınlar Koordinatörü Bülent Mumay, dijital yayıncılık ve yeni medya üzerine Zafer Söken'in sorularını yanıtladı:
- İnternet ve akabinde gelişen teknolojilerle birlikte haberde ne değişti?
- Haber de haberin dili de haberin tüketimi de değişti. Haberle ilgili değişmeyen tek şey: Gerçeklik. Yaptığınız şeyin gerçeklikle olan ilintisi, ilişkisi, kamusal yararı, haberin insanlara günlük hayatta ve uzun vadede kattığı unsurlar değişmedi. Eskiden haberi, zaman ve mekan bağlamında ele aldığımızda çok daha dönüştürücü olarak algılıyorduk. Şu an çok daha basit şeyler bile habere dönüştü. Gazetelerde, televizyonlarda gördüğümüz şeylerin dışına çıktı haber. Bazı şeyleri sırf malumatfuruşluk olsun ya da sosyal medyadaki etkinliğimizi arttırsın diye haber olarak algılayabiliyoruz. Haberin bütün aşamaları değil tekil aşamaları bile gün içinde habere dönüşüyor. Kullandığımız mecralar insanları anlık detaylarla bilgilendirme gereği duyuruyor. Bunun için haberin bütününü tamamlamaksızın parçalarını bile haber olarak paylaşabiliyoruz.
- Peki, haberde kullanılan dil...
- Haber çok daha 'formal' bir şeydi. Haber belli bir kurgusu olan, kurallarla yazılan, kendi ağdalı sözcükleri olan bir kavramdı. Tabii bunu söylerken 5N 1K'dan ("Ne", "Nerede", "Nasıl", "Neden", "Ne zaman" ve "Kim" soruları) taviz verilmediğini de söyleyeyim. Elimizden geldiğince daha sokak diliyle, eski bir meslek büyüğümüzün aktardığı gibi "Dün akşam gittiğin sinema filmini arkadaşına anlatır gibi", uzatılmamış, fiilimsilerle uzatılmamış cümlelerle meramı anlatmaya çalışıyoruz. Bence bu iyi bir şey. Bunda da sosyal medyanın etkisi çok büyük.
- Felsefi anlamda bir değişiklik oldu mu?
- Felsefi anlamda da haberin dili değişti. Eskiden haber dilinin üst bir perdesi vardı. Biz gazeteciler kendimizi bilen ve aktaran olarak konumlandırırdık. Okurla ve izler kitleyle tek yönlü bir iletişimimiz vardı. Megafon benim elimdeydi. İletişim tamamen olmasa da, iki kanallı olunca haberin dili de değişmek zorunda kaldı. "Ben bilirim ve sana aktarırım. Sen ey okur! Sana aktarılanı dinlemek ve bu kadarıyla yetinmek zorundasın" dili de yavaş yavaş tarihin çöplüğüne doğru gidiyor. İyi ki de gidiyor.
- İnternette ya da dijital yayınlarınızda bazı haberleri anında girmediğiniz de oluyor. Bunlar hangileri?
- Özellikle özel haberlerde birkaçını mutlaka gazeteye bırakıyoruz. Hiç kimsede olmadığından emin olduğumuz, yankısının salt bizim üzerimizden olduğunda daha etkili ses getireceğine kanaat getirdiğimiz haberleri gazeteye saklıyoruz. Onun dışında gazeteye saklamak istemediğimiz haberlerin, ki bu yüzde 95'ini oluşturuyor, onların dışındaki yüzde 5-6'lık kısmını da belirli bir plan dahilinde sayfaya koyuyoruz. İnternetin de kendi deadlineları (önemli anları), pick (yükselişe geçtiği) zamanları var. İnsanların haber tüketme saatleri var. Örneğin saat 17.30'da mobil patlar. İnsanların mobilden internete bağlandıklarında daha kolay ve daha hızlı tüketebilecekleri haberleri veriyoruz. Daha doğrusu o saatte gelişmişleri o saatte vermeye çalışıyoruz. Tutup da 13'te olmuş bir olayı vermek için o saati beklemiyorum. Fakat 15.00 ya da 15.30'da olmuşsa hemen koymamaya çalışıyorum. O saatte insanların görmek istediklerini koyuyoruz. İnsanlar o saatte daha anlık daha tüketilebilir haberler istiyor. Örneğin akşam izleyeceği dizinin ya da derbi maçın detaylarını istiyor. Haber seçimini ona göre dönüştürüyoruz.
- Kağıt üzerine basılı haber bitecek mi? İnternet kurumların yaşayabilmesi için gereken geliri getiriyor mu?
- Sektörümüzün şöyle bir açmazı var: Yaygın medyanın reklam bütçelerinden aldıkları paylar gittikçe düşüyor. En büyük tehlike içinde kağıt, ardından radyo ve ardından televizyon yer alıyor. Henüz Türkiye'de internet, total reklam bütçesinden yüzde 8'lik bir pay alıyor. Aldığımız oranın birim fiyatları da çok çok düşük. Türkiye'nin en çok tıklanan haber sitesi olabilirsiniz, günlük 2 buçuk milyon farklı kullanıcı sitenizi ziyaret ediyor olabilir. Fakat bu hala buradan çalışan gazetecilerin ekonomilerini, bütçelerini ve maaşlarını çıkaracak durumda değil. Önümüzdeki 10 yılda da çıkaracak gibi değil. Kağıttan kaybettiğiniz geliri internetten kazanmak henüz olası değil. Sosyal medyanın Türkiye'de son 1 buçuk yılda patlaması bize şunu gösterdi: Ürettiğiniz haber değil haberin dolaşımı çok daha önemli. Gazetecilik anlamında söylemiyorum bunu.
- Bunu nasıl sağlayabilirsiniz?
hurriyet.com.tr gün içinde 450'ye yakın haber giriyor. Biz bu haberlerin sadece 60-70'ini mass (kitlesel) anlamda tükettirebiliyoruz. Çünkü onları ana sayfaya koyuyoruz. Ana sayfaya bağımlılığın dışında ürettiğiniz çok kıymetli içerik var. İlgilisi için çok iyi olan bir kitap fuarı dosyasını sadece birkaç kişi ana sayfada onu gördüğü için okuyabiliyor. Yüzde 100'ü değil ama okurun yüzde 20'sinin bunu okuma ihtimali var. Dolayısıyla o okur kitlesiyle o içeriği buluşturabilecek tek yöntem: O okur kitlesini bilip onun tüketim alışkanlıklarına ve taleplerine göre o haberleri ona vermek.
Gazete yöneticileri fotoğrafa gereken önemi vermiyor diyen Hürriyet Fotoğraf Editörü Koray Peközkay, sosyal medyanın en güçlünü silahının fotoğraf olduğunu söyledi:
İnternet her geçen gün hızla yayılıyor. Cebimize kadar
giriyor. “Sanal hayat” ya da “sanal kimlikler” aslında beraberinde
sorumluluklar da getiriyor. Toplumu bir arada tutan hukuk internette de yer
alıyor. İnternet hukukçusu Yrd. Doç. Dr. Elif Kuzeci, Zafer Söken’in sorularını yanıtladı:
Twitter erişime
kapatıldı. Ardından hemen herkes bir yolunu bularak siteye girmeyi başardı.
Aslında hepimiz illegal bir şey yaptık sanırım. Mesela şu an Yotube’a erişim de
kapalı. Peki, o siteye girmek suç mu?
2007 yılından beri yürürlükte 5651 sayılı bir yasa var. Bu
kanun internette işlenen suçlarla mücadele edilmesine ve internetin
düzenlenmesine ilişkin. Yani sorumlulukları ve yaptırımları belirleyen bir
düzenleme. Yakın zamanda bu yasada da düzenlemeler yapıldı. Bununla birlikte
internet sitesi kapatma işini Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) ya da
mahkemeler yapabiliyor. Son Twitter engellemesine baktığımızda bazı mahkeme
kararlarına dayalı olarak Twitter’a ulaşımın tamamının engellendiğini gördük.
Oysa en son değişiklikte kişililik haklarına saldırı ve özel yaşamın gizliliği
gerekçesiyle erişim engelleme kararı verilirken bütün siteye değil sadece o
içeriğe engel konulması söyleniyordu. Ancak tamamı engellendi. Hukuken bu bir
sıkıntı. Aslında bu konuda birçok sorun var. Son değişiklikler de çok
eleştirildi. Twitter’ın tamamının engellenmesinden ziyade tek bir içeriğin
engellenmesi daha makul geliyor. Fakat teknik açıdan konunun uzmanı olanlar
diyorlar ki, “İnternet içeriğine bir filtre getirilmesi gerek.” O da aslında
temel hak ve özgürlüklerle ilgili başka sorunları beraberinde getiriyor.
Fişleme gibi mi?
Evet. Uzmanlar bunun olabileceğini söylüyor. “Suç mu
işliyoruz?” sorusuna geri dönelim. Aslında bir tarafıyla doğru bir hareket
değil. Sonuçta bir mahkeme karar almış. Hukuk devletinde yaşıyoruz. Hukuk
kurallarına uygun bir şekilde yönetilmemiz ve hukuk kurallarına uymamız
gerekiyor. Hukuk kurallarıyla engellenmiş bir siteye erişmek uygun değil. Fakat
bunun bir suç olduğunu da söyleyemeyiz. Suçlarda ve cezalarda kıyas yasağı
vardır. Başka herhangi bir şeye benzeterek suç ihdas edemezsiniz. Bir şeyin suç
olduğunu söylemek için ceza kanununda yer alıyor olması lazım. Ben ceza
hukukçusu değilim ama ceza hukukunda böyle bir şey yer almadığı için erişime
kapalı siteye girmek de suç değil bence. Kaldı ki bu, Youtube’un ilk
kapatılması değil. Daha önce kapatıldığında Başbakan (Recep Tayyip Erdoğan)
kendisinin de girdiğini söyledi. Twitter engellenmesinden sonra da
Cumhurbaşkanı (Abdullah Gül) siteye erişip oradan, “Bu tür uygulamalara
katılmıyorum” dedi. Dolayısıyla bunun suç olarak düşünülmesi mümkün değil.
Anayasa Mahkemesi’nin
konuya müdahil olması doğru muydu? Sonuçta henüz iç hukuk yolları tükenmemişti.
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru çok yeni bir şey
aslında. Onlar da içtihatlarını yeni yeni tamamlamaya çalışıyorlar. Genellikle
de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) paralel bir şekilde davranıyorlar.
Mesela AİHM bir ülkeden sürekli işkence suçuyla ilgili başvuru alırsa iç hukuk
yollarının tükenmesini beklemiyor. Zaten hali hazırda o ülkede mahkemelerin bu
konuda işleyişinin tarafını görmüş oluyorlar. Dolayısıyla direkt olarak
başvuruyu kabul ediyorlar. Twitter’ın erişime tekrar açılması konusunda aslında
Anayasa Mahkemesi, AİHM’e benzer bir şekilde başvuruyu kabul etti ve kararını
verdi.
İnternetle birlikte
bir takım sorunlar da ortaya çıktı. Sorumluluk gibi… Birine hakaret ettiğinizde
sosyal medya üzerinden pek takibi yapılmıyor sanırım. Tabii eğer ünlü
değilseniz.
Gerçek hayatta yaptığınız herhangi bir hareket suçsa bunu
internette yaptığınızda da suç olur. O konuda bir tartışma yok. İnternetin
sınırları ortadan kaldıran bir yapısı var. Bir devletin hukuksal sınırları,
kendi egemenlik alanında mümkün olur. Mesela Twitter bir Amerikan şirketi.
Haliyle de Amerikan hukuk kurallarına bağlı. Fakat bütün dünyada hizmet verdiği
için o ülkelerin hükümetleri ve insanlarıyla da kavga içinde olmak istemez.
Birkaç sorun var aslında. Birincisi bizim hakaret dediğimize Amerikalı ya da
İngiliz hareket demeyebiliyor. Adli yollarla hareket etmek çok zor. Önce
mahkemeler ardından dışişleri bakanlıkları devreye girmesi gerekiyor. Çok uzun
bir yol. Bu tarz sorunları sistem içinde çözmek çok daha kolay. Hakarete
ilişkin konularda çözüm bu yüzden çok hızlı olmayabiliyor. Aslında en büyük
sorun eleştiri hakkının nerede bitip hakaretin nerede başladığını belirlemek.
Biraz daha konuyu
özele indirgemek istiyorum. Aslında çokça karşılaştığımız bir duruma. Mesela 2
arkadaş cep telefonlarıyla konuşuyorlar. Ardından biri ekran görüntüsünü
kaydedip sosyal mecralarda paylaşıyor. Özel yaşamın gizliliği açısından bu suç
mu?
Suç. Hem de hiç tereddütsüz. Özel haberleşmenin gizliliğini
ihlal Türk Ceza Kanunu’nda suçtur. Özel haberleşmenin gizliliği anayasa
tarafından da korunur. Eğer biri görüşmenizi kayıt altına alıyorsa bunu
belirtmek zorunda. Ayrıca ne için kullanacağını da söylemesi gerekiyor. Kayda
aldığını belirtiyor olması istediği gibi paylaşabileceği anlamına gelmiyor.